Hafıza
Hafıza
Hatırlamaktan kaçtıklarının Yaşar Kemal’in kaleminden dökülürmüşcesine gözünde canlandıran gereksiz bir şey.
Hafıza başlığını görünce belki de bilimsel bir yazı diyerek sayfaları çevireceksiniz. Durun! Evet bilimden ayrı tutamayız hafızayı ama bir kulak verin söyleyeceklerim var. Duyun!
Herkesin bildiği gibi hafıza yaşananları saklama gücüdür – bence içgüdüsüdür.Hadi bir düşünelim, neleri kaydedeceğimize karar verebiliyor muyuz? Sen, gözlerini kaçırma bak bana, istediğin zaman silebiliyor musun seni saatlerce ağlatan yüzünü yastığa gömüp yok olduğunu düşlediğinde hiç var olmadığını düşlediğinde daha çok mu sarılıyorsun anılara? Saklama gücünü yenebilir mi silme isteği?
‘Kendi ellerimizle hapsediyoruz yaşananları.’
Gerekli gereksiz her şey kayıt altında bazen vücudun taşıyabileceğinden daha fazla yük biner, kafatasının içi çöplükle dolar. İnsan yer açmak ister güzelliklere, aklında tutmak zorunda olduğu durumlara.Oysa geçit yoktur her yer karanlık, ışığı alabilecek tek bir nokta kalmamıştır. Sesler, görüntüler, kokular sarar etrafını… Boş ve karanlık bir odada yalnızsındır ve kaçmak istediğin her şey kilitli kapıdan içeri sızar. Oradan oraya koşturursun sen hızlandıkça anılar duvara çarpar. En sonunda pes edip kucaklarsın acılarını yorganı çekip üzerine hapsedersin kendini.
Bir düşünsenize bilerek çağırmıyor muyuz anıları gel yanıma otur demiyor muyuz, eskiler bir köşede sessizliğini korumak isterken. Şarkıyı son ses açmıyor muyuz, kaybettiğimiz babamızın en sevdiği şarkıyı, eski sevgilimizle tanıştığımız ilk gün kulaklarımıza dokunan melodiyi, okulda başarısız olduğumuzu suratımıza vuran bir ritmi, ölüm, aldatma diye karamsarlık kusan şarkıları son ses açmıyor muyuz? Yaşam adına söylenmiş şarkılar da var duymuyoruz.
‘Bizim en sevdiğimiz şey üzülmek!’
Aşkımızı sevmiyoruz ağlamaktan hoşlanıyoruz. Anılarımızı film izler gibi izliyoruz elimizde kumanda geri sarıp sarıp ağlıyoruz. En çok nefesimizin kesildiği noktada kilitli kalıyoruz. Gelecek diye bir kelime uydurmuşlar haberimiz yok. Siz biliyorsunuzdur belki, benim yok.
Bizi güldüren her şeyden koşar adım kaçmıyor muyuz? Televiyonda oynayan dizileri düşünün kırmızıya ulaşana kadar yaralarımızı kaşıyorlar bu çok da kolay onlar için. Biliyorlar ki herkes ağlamaya çok meraklı hafızasında sadece acı barınıyor canlarını yakacak sahneler sıkıştıralım aralara diyorlar. Yani başka nasıl reyting yükselecek. Mesela annemdeyse kumanda güleceği programların yanından geçmez duygularımızı kanatacak, saklama gücümüzü yerle bir edip algımızla oynayacak dizileri açar. Sonra da peçete arar sümküre sümküre.
‘Biz seviyoruz anıların arasından en acılarını çıkarmayı.’
Aktif unutma diye bir şey mümkün olabilir mi bir şeyi önemsiz olduğu için değil de fazla önemli olduğu için unutmak diye bir şey?-Nietzsche Ağladığında
Bazen de şöyle oluyor, hatırlamak istediklerin yok olurken en gereksizlerini kaydediyorsun. Mesela onun yüzündeki çizgileri unutursun ellerindeki kıvrımları sana nasıl baktığını ama adaçayını sevdiğini hatırlarsın. Kıymalı makarna yediğini, balık pişirmekten hoşlandığını, en sevdiği rengin yeşil olduğunu, denize sırtını dönüp ağaçları seyrettiğini. Bana ne bütün bunlardan diyor insan çığlık çığlığa mavi gözlü dev de diyor ya, senin sesini göresim geldi diye ben sesini görmek istiyorum bana ne çayını şekersiz içtiğinden.
Hükmedebilmeli hafızaya gücü eline almalı savaşmalı olup bitenle ruhunu huzurla boğanların elinden tutmalı. Orada bir pencere var günlerden gündüz açsan kulaklarını kuşlar cıvıldıyor derin bir nefes alsan yaz kokusu… Işık çabalıyor seni sarmak için sana kalan sadece perdeyi aralamak. Ve oyun başlayacak…

Comments
Post a Comment